“Dikkatinizi tamamen kendinize verin ve başkalarının hayatındaki konuların, onları ilgilendirdiğini; sizi ilgilendirmediğini kendinize hatırlatın.” ~ Epictetus
Kişisel gelişim yolculuğunuzda kendinize soracağınız sorulardan biri de “Drama bağımlısı mıyım?” sorusunu sormaktır.
Drama üçgeni çok yaygın olmakla birlikte farkında olmadığımız bir konu.
Drama üçgeni ilk kez, 1960’lı yıllarda Stephen Karpman tarafından tanımlanmıştır.
Drama üçgeninde yer alan kurban, kurtarıcı ve suçlayıcı rollerinin her üçü de son derece akışkandır ve birbiriyle kolayca iç içe geçebilir. Bununla birlikte, hepimizin en çok üstlendiği bir rol de vardır (genellikle çocuklukta en çok üstlendiğimiz roldür), ama bazılarımız ise, duruma bağlı olarak üç rolde de çok iyidir.
Bir kurtarıcı olmak, diğer insanlar yardım için size döndüğünde ya da bir şeylere dikkat etmeniz gerektiğinde erdemli, güçlü ve aranan kişi olarak hissetmek demektir.
Ama bunun her zaman bir dezavantajı vardır. Sürekli bir kurtarıcı olmak, herkesin kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılayabildiğini takip etmek ve onlara bakmak için sürekli hazır olmak anlamına gelir. Bu da, kronik strese yol açar.
Daha sonra kurban rolü devreye girer: Başkalarının kendisi için ne kadar çaba gösterdiğinin farkında değildir. Yapılanları da takdir etmez. Kurban rolünde olan kişi, başkalarını suçlamaya başladığı için suçlayıcı rolü devreye girer.
Dramada rolden role nasıl bir döngü olduğunu görüyor musunuz? Hepsinin de bir karşılığı var. En azından Kurban olmak, bir süreliğine kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar. Kurbanlar, çok fazla dikkat çeker. Eylemleri ve bunların sonuçları için sorumluluk almaz; çünkü her zaman suçlayacak birilerini bulabilir. Çoğu zaman kurtarıcılar, kurbanlara yardımcı olacaktır. Özellikle de ihtiyaçlarının karşılanması için doğrudan talepte bulunma becerisini hiç geliştirmemiş bir kimse için, suçlayıcı olmak güçlü hissedebilir.
Drama, yaşamı sürdürmede izlenen yorucu bir yol. Tüm roller, kaygıdan ve hayatlarımızda sorunlu durumları nasıl kontrol almak için öğrendiğimiz yollardan kaynaklanmaktadır. Drama, bizi sürecin içinde tutar ve başkalarıyla (sağlıksız bir şekilde) bağlantımızı sürdürmemize olanak tanır; ancak gerçek barış ve sevinç için çok az yer bırakan drama, gerçekten sağlıklı bir ilişki kurmak için alan da açmamaktadır.
Peki neredeyse herkesin bir rol üstlendiği bu drama üçgeninden nasıl uzaklaşılır?
İlk adım, sadece dramanın farkında olmaktır. Dramanın nasıl çalıştığı ve en çok hangi rolleri oynadığınızı bilmektir. Çocuk olarak en çok hangi rolü oynadınız? Ailenizdeki diğer kişilerin oynadığı rolleri belirleyebilir misiniz? Hala bu rolleri oynuyorlar mı?
Kurtarıcı’nın rolü, itiraf etmesi en kolay olanıdır; çünkü övgüye değer bir rolden söz ediyoruz. Bu rolün fazlası; kendini ihmal etmektir.
Öte yandan Kurban olmaya alışkınsanız, genellikle suçlamak için bir başkasını veya kendinizin dışında bir şey ararsınız. Aslında, tüm rollerin ayırt edici özelliği, dikkatinizin genellikle dışarıya doğru yönlendirilmesidir. Bu roller sizi özfarkındalık kavramından koparmaktadır.
Son olarak, hiç kimse suçlayıcı rolünü kabul etmek istemese de, öfke; işler ters gittiğinde çok kötü bir patlamaya neden olabilir. Gerçekte, öfke altta yatan korku, utanç ve güçsüzlük için bir maskedir. Ne yazık ki, yetişkin haldeki suçlayıcılar, çocukluklarında kurban rolünü oynamışlardır. Drama üçgeninde iyi taraf ve kötü taraf yoktur: Bu üçgende herkes kaybeder.
Modellerinizin farkına vardıktan sonra, dramayı tanımak ve sonuçta bundan kurtulmak çok daha kolay hale gelir. Drama üçgeni, diğer insanların işiyle ilgilenmeyi gerektirdiği için kendinize odaklanarak, ilk adımı atabilirsiniz!
Zihninizde “Dürüstlük bölgesi” diye bir yer oluşturun. Etrafınızda bir daire hayal edin. Bu sizin kendi işinizi temsil eder (gerçek sorumluluğunuzu). Dürüstlük alanında, hem kendinizle hem de başkalarıyla yüzde yüz dürüst olmaktan sorumlusunuz. Bu, kendi hislerinizi ve gereksinimlerinizi kabul etmek, ihya etmek; başkalarının ise kendilerine karşı sorumlu olmasını sağlamak anlamına gelir.
Ayrıca kendi eylemlerinizin ve bunların sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmek, başkalarının ise aynı şeyi yapmasına izin vermek anlamına da gelir. Bu, hem kendinize hem de başkalarına karşı “saygı” duymanızı gerektirebilir.
Şunları sorun: “Bu gerçekten benim işim mi? Bunu yapmak zorunda mıyım?” Ve sonra sakin bir şekilde ortamdan uzaklaşın. Dramayı fark ettiğiniz an, zihninizdeki drama alarmı çalsın. Dramaya yukarıda bahsedilen rollerle karşılık vermeden önce “dürüstlük bölgesini” yoklayın ve dramaya yanıt vermeden, bu rollerin hiçbirini üstlenmeden uzaklaşın.
Bu benim işim mi diyerek ayrılmak her zaman mümkün olmuyor. Baskı altında oluyorsunuz, hatta bazen sizin işiniz olmadığının farkında bile olmadan yapmış gitmiş oluyorsunuz.
Keşke kendimizi daha çok düşünebilsek. Ama hayat o kadar adil değil. 🙁