Uzuuuun bir aradan sonra herkese selamlar.
Son yazımdan bu güne, hayatımda birtakım küçük değişiklikler oldu. Bu yüzden burayı biraz ihmal ettim. Şunun farkındayım ki, kimse de ‘Dilruba uzun zamandır yazmıyordu’ dememiştir. Tabi gönül ister ki yazılarımı bu katmana çıkartayım. Ama sanırım bunun için biraz daha zamana ihtiyacım var.
Yine her yazımda olduğu gibi bunda da sizinle bazı gözlemlerimi paylaşacağım. Artık gerçek anlamda genç bir gazetecinin gözünden…
Medyadaki dengelerden, çarkın nasıl işlediğinden daha önce söz etmiştim. Şimdi bir gazetecide olması gereken bir vasıf üzerinde duracağım. Tabi bu konuyu da spesifik bir kişi üzerinden anlatacağım ama isim kullanmadan.
Tarafsızlık diye bir şey söz konusu değildir. Kafası çalışan bir insanın o konuya bir yorumu vardır. Dolayısıyla bu onu bir taraf haline getirir. Taraf olurken objektif olmayı başarabilir ya da rasyonel olmayan sebeplerle bulunduğu tarafı desteklemeye çalışabilir. Bu başka bir konu.
Benim vurgulamak istediğim, insanların elbette belli ideolojiler etrafında şekil alabileceği ve bunun çok normal olduğu. Yeter ki bu ideolojiyi mantık çerçevesinde savunsunlar. O zaman her insan sohbet edilmeye değerdir. Hatta bırakın ‘buna değer’ olmayı; savlarını özümsemiş, buna rasyonel gerekçeler sunabilen insanlarla konuşmak oldukça değerlidir bile.
Hatta bir gazeteciyseniz, ‘gazeteci geçiniyorsanız’ demiyorum, her insanla konuşmalı ve ona da bir söz hakkı tanımalısınız. Ama 3 senedir içinde bulunduğum sektör bana gösterdi ki, bazı insanlarla iyi geçinmek istiyorsanız, bu müdürünüz olabilir, ekip arkadaşınız olabilir, iş yerindeki yakın dostunuz olabilir, onun hoşlanmadığı insanlardan uzak duracaksınız”!” İnsan özel hayatında bunu uygulayabiliyor. Yani eşinizin sevmediği bir arkadaşıyla zaten siz de görüşmezsiniz, bunun zorundasınız diye demiyorum tabii ki. Ama iş ortamı farklı. Hele ki bir basın yayın kuruluşunda çalışıyorsanız durum çok daha farklı. Buralarda her gruptan insan bir arada çalışmalı ve bunu yaparken özgür hissedebilmeli.
Peki bu “özgür hissedebilme” dediğimiz şey nedir? Nasıl kazanılır? Ya da burada sorulması gereken temel soru, insan özgür hissedebilme hakkını kazanmak için mücadele mi vermeli? Bence bu yazıyı okurken bu sorular aklımızın bir köşesinde dursun.
Kanalda daha yeni tanıştığım biri var. Yani yaklaşık 10 aydır burada olduğumu ve gördüğüm herkesle muhabbet ettiğimi düşünürsek, bu kişiyle tanışmam bayağı gecikmiş diyebiliriz.
Genelde iki grup insana ayrı bir yakınlık hissederim. Biri çok popüler olan. Çünkü popüler insan eğlencelidir, sosyaldir, enerjiktir. Diğeri de toplum tarafından soyutlanmış, köşeye atılmış ve söz hakkı verilmemiş insan grubu. Bu insanların anlatacaklarını dinlemek, onlarla kısa bir sohbet etmek ve belki de onların da görünebilir varlıklar olduğunu onlara hatırlatmak beni mutlu ediyor.
Ama şu da bir gerçek ki eğer böyle biriyle sohbet ediyorsanız hemen etrafınızdaki insanlar size tuhaf tuhaf bakmaya başlıyor. Onu, bir sebepten dışlamışlar ve hemen senin de öyle olduğunu düşünüyorlar. Peki bunlar bir gazeteci için problem olabilir mi? Hele ki benim fıtratımda bir gazeteci için…
Hafta içi beş akşam kanalda oluyorum. Mesaimin başladığı saatten erken geldiğim için de işlerim erken bitiyor. Sonra kanalı, işleyişini, buradaki tecrübeli gazetecileri keşfetmek için bir dolu vaktim oluyor. Buradaki mesleki anlamda uzmanlaşmış kişilerle uzun uzun sohbetler ediyorum. Ve bu vakitler benim için gerçekten çok verimli geçiyor.
Bu demin bahsettiğim kişiyle kanalda birçok defa yüz yüze gelmiştik ama 10 aydır tanışamamıştık. Ben yine her zamanki Dilruba 🙂 gidip selam verdim. Daha sonra konuşmaya başladık. Ve gerçekten duyduğum şeyler benim için bir kazançtı. Bu söylediğim cümlenin aslında biraz açılmaya ihtiyacı var. Şöyle ki, ‘kazanç’ deyince insanın aklına illa, kişi ne dediyse doğruydu, tüm konularda hemfikirdik gibi bir şey gelmemeli. Aslında kazançtan kasıt bazen de şudur: İnsan bir kıyafetin üstünde nasıl durduğunu bilemez, öyle değil mi? Bunun kararını verebilmek için bir ayna arar. Yani karşıdan bakan bir göz arar. Bu sohbet de tıpkı bunun gibi bir ‘kazanç’ sağladı bana. Yani her insan gibi tabii ki, içinde bulunduğum, bu değerler doğrultusunda yetiştirildiğim belli çizgiler var. 23 yaşında bir birey olarak savunduğum değerler var. Ancak etrafımdaki birçok insan da benim gibi düşünüyor. Bu da bizim için geniş bir perspektife ulaşma şansı sunmuyor, ne yazık ki. Bu yüzden birisi karşımıza çıkıp da bizimle alakalı eleştiri yaptığında bu çok kıymetli oluyor.
Gazeteciliği bir kenara bırakıyorum, insan olarak kimseyi saf dışı bırakamayız. Sadece bazı konularda karşımızdakinden daha fazla söz hakkımız olabilir, o başka. Mesela, karşımızdaki ortak olan işimizi savsaklıyorsa, sizin taşıdığınız değerlere saygısızlık ediyorsa durum değişir. Ama hiç kimseyi bizimle aynı düşünmüyor diye toplumdan yok etmeye çalışmamalıyız.
Kısa bir özür: İnstagram’dan bazı sorular alıyorum. Şu konu hakkında bir şey yazacak mısınız, bu sizin kanalda nasıl işliyor vs gibi. Elimden geldiğince cevap vermeye çalışacağım. Ama biraz vakit alabilir.
Görüşmek üzere…