Yapım Bilgileri
Yazar-yönetmen Greta Gerwig’in (“Lady Bird”) Louisa May Alcott’ın hem aynı adlı romanına hem de diğer yazımlarına dayanarak yarattığı bu “Little Women/Küçük Kadınlar” uyarlaması, yazarın alt benliği olan ana karakter Jo March’ın hayali yaşamında düşüncesel olarak geçmişe gidiş gelişleriyle aktarılıyor. Gerwig’in yaklaşımında, —her biri hayatlarını kendi bildikleri gibi yaşamaya kararlı dört genç kadın olan— March kardeşlerin sevilen hikayesi zamandan bağımsız ve tam zamanında anlatılıyor. Filmde Jo, Meg, Amy ve Beth March’ı sırasıyla Saoirse Ronan, Emma Watson, Florence Pugh ve Eliza Scanlen; komşuları Laurie’yi Timothée Chalamet; Marmee’yi Laura Dern; ve teyze March’ı ise Meryl Streep canlandırıyor.
Greta Gerwig’in senaryosunu yazıp yönettiği film Louisa May Alcott’un aynı adlı romanına dayanıyor. Yapımcılığını Amy Pascal, Denise Di Novi ve Robin Swicord’un; yönetici yapımcılığını da Adam Merims, Evelyn O’Neill, Rachel O’Connor ve Arnon Milchan’ın üstlendiği filmde başlıca rolleri Saoirse Ronan, Emma Watson, Florence Pugh, Eliza Scanlen, Laura Dern, Timothée Chalamet, Tracy Letts, Bob Odenkirk, James Norton ve Louis Garrel’ın yanı sıra, Chris Cooper ve Meryl Streep paylaşıyorlar.
Film Türkiye’de 14 Şubat 2020 tarihinde gösterime girecektir.
Yapım Hakkında
Louisa May Alcott’ın Little Women (Küçük Kadınlar) romanı bambaşka ülkelerde ve çok ayrı dönemlerde milyonlarca farklı şekilde hayat bulmuştur. Hırslı kızlar için dünyanın ne şekillerde zor bir yer olduğunu çekinmeden işleyen bu roman bir teselli de sunar: O hırs –dünyanın zincirlerini kıran canlı bir iç yaşam– kendi ödülünü de içinde barındırmaktadır. Bu, ilk olarak çocukken karşımıza çıkan bir kitaptır. Çocukken dünyanın olanakları sınırsızdır ve bu dünyada bizi dizginleyecek hiçbir şey yoktur; genç yetişkinler olarak geri döndüğümüzde ise yetişkinliğin ve toplumun kısıtlamaları kimliğimizi şekillendirmeye başlamıştır; ve daha yaşlı okurlar olarak bir kez daha geri döndüğümüzde, genç ve cüretkar olmanın ne demek olduğuna dair acı-tatlı nostaljimiz yeni bir kuşağın o meydan okumayı bizzat deneyimlediklerini görmenin heyecanlı sevinciyle karışır. Kitabın ısrarcı gücü, hayatın çok sayıdaki cazibesi arasında —aile, sanat, para, aşk, özgürlük ve yüzde yüz kendin olup kendi benzersiz hikayeni yaratabilme umudu— mücadele ederken, kişinin kendi olması gerektiğine dair çağrısında yatıyor.
Bu son derece kişisel ve capcanlı “Little Women/Küçük Kadınlar” fikri yazar-yönetmen Greta Gerwig’in beyaz perdeye aktarmak istediği şeydi. Gerwig malzemeye Alcott’ın yarattığı muazzam hikayenin ayakları yerden kesen, destansı doğasını yakalama kararlılığıyla yaklaşırken, romanın kahramanlarına hayat veren o dürüst ve kişiye gardını düşürten türdeki duygusal samimiyeti de yansıtmak istedi. Her okur hikayeye kendi kişisel yorumunu ve anlamını katarken, Gerwig hikayeye kendi damgasını vuruyor. Romanın orijinali, iki parça halinde yayımlanmıştı: İlk kısım March kardeşlerin mutlu genç kızlık dönemlerini, ikinci kısım ise yetişkinliğin acımasız gerçeklerini işliyordu. Gerwig, Jo’nun kararlılığının ve özgür ruhunun hikayesini anlatırken, romanı didikleyip iki kısım arasında gidip gelmekle kalmayıp, bir yandan da bu kısımlar arasında doğal bir geçiş ve yeniden yapılanma sağlıyor. Film, zamana dair akıcı yaklaşımı sayesinde, izleyicileri birbirlerinden çok farklı olmalarına rağmen sarsılmaz bir kardeşlik duygusuyla kenetlenmiş March kardeşlerin —mürekkep lekeli, aykırı ve özgür yazar Jo; sevecen, ilkeli, aktris olmak isteyen Meg; hassas, açık yürekli müzisyen Beth; zeki, hevesli ressam Amy— dolu dolu ve karmaşık birer yetişkine dönüşümlerinde rol oynayan anılara, anlara, talihsizliklere ve iradeli eylemlere götürüyor.
Ortaya çıkan tablo, oldukları kişilere dönüşmelerini sağlayan şeylere dönüp sevgiyle bakan dört kadının resmidir. Yine aynı tabloda, kadınların gündelik hayatlarının —keşiflerinin, fedakarlıklarının, öfkelerinin; maddi, sanatsal ve evle ilgili kaygılarının— çok önemli olduğu da görülür. Buzdaki bir çatlaktan zamanlaması yanlış bir mektuba kadar, olan bitenlerin pek çoğu sizin kontrolünüzün dışındayken, hayatınızın dizginlerini elinize almak ne anlama gelmektedir? Ve bambaşka hayalleri olan dört kız kardeşe nasıl görünmektedir bu?
Alcott’ın zamanında insanların dünyaya bakış biçimini değiştiren cesur sanatçılardan ilham alınan görselliğiyle son derece zengin bir görüntü yelpazesine sahip filmde, Gerwig’in öne çıkardığı sorular bunlardı. Söz konusu sorular modern hissi verse de, aslında hâlâ yolumuza çıkan bu karşıtlıkları irdeleyen Alcott’tı: Para mı sanat mı, sevgi mi kişisel tatmin mi, idealler mi gerçek hayat mı, aileye bakmak mı kendi sesini bulmak mı?
Gerwig “Lady Bird”le henüz güçlü sesini ortaya koymasından bile önce yapımcı Amy Pascal’a “Little Women/Küçük Kadınlar”ı beyaz perdeye uyarlamak için doğru kişi olduğuna inandığını söylediğini aktardıktan sonra, “Bu projeye her şeyimle girişmiştim. Ne hakkında olduğuna dair çok belirli bir fikrim vardı: Film sanatçı olarak kadının durumunu, kadınları ve parayı ele alıyordu. Bunların hepsi metinde mevcut ama hikayenin bu yönleri daha önce irdelenmedi. Bana göre, bu konular gerçekten ama gerçekten gün gibi ortadaydı; şimdi bile bu film daha önce yaptığım her şeyden daha çok otobiyografik bir eser” diyor.
Gerwig çocukken “Little Women/Küçük Kadınlar”ı o kadar çok kez okumuş ki ilk seferinin ne zaman olduğunu hatırlamıyor. Meslektaşı pek çok yazar ve sanatçı gibi, o da —erkek fatma, uyumsuz ve hayal ettiği kadın olmak için statükoyla mücadele eden, romancı olma heveslisi— Jo March’la yoğun bir özdeşleşme hissi yaşadı; ona göre, Jo hayali bir kişiden çok karizmatik bir akıl hocası gibiydi. Jo ne istediğini bilen bir kızdı: Daha özgür olmak, yaratmak, izin verilemeyenlerin ötesine geçmek ama bir yandan da kendini sevdiklerine tamamen vermek istiyordu. Gerwig’in izleyicileri Jo’nun dünyasının dokusuna —onun duygusal titreşimlerine ve kişisel dinamiklerine— elinden geldiğince doğal bir şekilde götürmek isteme nedenlerinden biriydi bu.
Gerwig şunu söylüyor: “‘Little Women/Küçük Kadınlar’ kendimi bildim bileli kişiliğimin bir parçası oldu. Jo March’ın kim olduğunu bilmediğim bir dönem hiç olmadı; ve o hep benim favorimdi; olmak istediğim ve olmayı umduğum kişiydi”.
Gerwig bir yandan Alcott’ın özgün sesini korurken, bir yandan da romanı sinemaya uygun bir şekilde yeniden yapılandırdı; hikayeyi kronik sıralamadan çıkararak March’ın en unutulmaz deneyimlerini anılardan ve yaratıcı ilhamlardan oluşan bir malzemeye dönüştürdü. Bu yapılandırma izleyicileri March kardeşlere yeni bir gözle bakmaya davet ediyor: Geçmişe yetişkin gözleriyle bakan ve Jo’nun yazımlarına yaşayan birer kaynak olarak.
“Kitabı her okuduğumda, farklı bir şey hâlini aldı” diyen Gerwig, şöyle devam ediyor: “Romanla önce çocukluğun rahatlığıyla tanıştım; sonra yaşım ilerledikçe yeni parçalar öne çıkmaya başladı. Senaryoyu yazmaya başladığımda, benim için çok rahatlatıcı olan bölüm kız kardeşlerin yetişkinler olarak böylesine çarpıcı ve büyüleyici olan yaşamlarıydı çünkü birer yetişkin olarak korkusuz gençliklerini nasıl onurlandıracaklarını bulmaya çalışıyorlardı”.
Gerwig, ayrıca, derin bir araştırmaya da girişerek Alcott’ın mektuplarını ve yazılarını okudu. Amacı uyarlamasına güçlü ve modern bir ses verebilmek için Alcott’ın gerçek hayatından bir şeyler aktarabilmekti. Örneğin, gerçek Alcott şöyle yazmıştı: “Pek çok sorun yaşadım, bu yüzden neşeli şeyler yazıyorum”; filmde de, Marmee şöyle diyor: “Hayatımın neredeyse her günü sinirliyim”.
Gerwig küçük yaşlarda “Little Women/Küçük Kadınlar”dan ilham alma konusunda yalnız değildi. Merhum bilimkurgu ustası Ursula K. Le Guin, Alcott’ı “kız kardeş kadar yakın” olarak nitelemiştir. Romancı Erica Jong ise, Little Womenromanının “kadınların yazar ve entelektüel olup, yine de zengin kişisel hayatlar yaşayabilecekleri” inancını ateşlediğini söylemiştir. Elena Ferrante imzalı başyapıt My Brilliant Friend’in kadın kahramanları Alcott’ın romanının lime lime olmuş bir kopyası aracılığıyla bağ kurup, kendi kitaplarını yazmaya ant içerler. Yazar Gail Mazur da Alcott’a teşekkürünü sunarken onun “yazarın yalnızlık ve kendine dönme ihtiyacı ile sevginin sıcaklığına duyduğu özlem arasındaki çatışmayla yaşama konusunda yalnız olmadığını bilmesi” anlamında yazarlara yardımcı olduğunu vurgulamıştır. Harry Potter’ın yaratıcısı J.K. Rowling ise Jo March hakkında şunu dile getirmiştir: “Yazar olma arzusuyla yanıp tutuşan ve kolayca öfkelenen küçük ve sade bir kız olan Jo’nun taşıdığı anlam için ne söylense azdır”.
Kadınlar için bireysel bir yol izlemek, hele hele sanatsal bir yaşam seçmek her dönemde tehlikeler barındırmıştır. Fakat Jo’un Gerwig’e böylesine yakın gelmesinin nedeni de budur. “Jo’nun içinde asi bir ruh ve cinsiyetinin dayattığının ötesinde bir yaşam umudu var ki bu hepimiz için hâlâ tamamen heyecan verici” diyen Gerwig, şöyle devam ediyor: “Erkek ismine sahip, yazar olmak isteyen bir kız; öfkeli ve özdeşletiğimiz daha pek çok farklı şey. Adeta bize özgür olma izni veriyor”.
Gerwig, ayrıca, Alcott’ın pek bilinmeyen maddi başarısına da saygı duruşunda bulunmak istedi. Ayrıca, Alcott’ın yaşadığı savaş ve eşitsizlikle dolu dönemin aynı zamanda yeni fikirlerle, serbest düşünürlerle ve değişim enerjisiyle de aydınlandığını vurgulamayı hedefledi. Alcott böyle bir atmosferde toplumsal engelleri yıkıp geçti, kendi kendine yetebildiği bir hayat yolu çizdi, kendi döneminin J.K. Rowling’i olarak telif haklarının kontrolünü eline alarak, evlilik ve miras dışında daismini duyurdu ki bu pek görülmemiş bir şeydi.
“Bunlar günümüz için bile ilerici hareketler” diyor Gerwig ve ekliyor: “Örneğin, telif haklarını sahiplenebilmek için şarkılarını yeniden kaydetmeye karar veren Taylor Swift’in durumunda olduğu gibi”.
Gerwig’e göre, Alcott’ın March kardeşlerin hayatı için kaçınılmaz düzenleyici gerçek olarak maddi zorluğu ve özgürlüğü seçtiği çok açık; tıpkı, dört kız kardeşin hikayesinin, özür dilemeyen aile yaşamını ve bir haneyi kendi içinde bir dünyaya dönüştüren kendini adamış bir anneyi yüceltmek istediği gibi. Okuduğum ilginç bir analizde Little Women romanının kaçış hakkında olmayan az sayıdaki çocuk kitabından biri olduğu vurgulanıyordu. Cesurluk var ama burada bir evin içine sığdırılmış bir kahramanlık serüveni söz konusu” diyor Gerwig.
Tüm bu nitelikler filmi beyaz perdeye taşıyacak olağanüstü bir kadınlar grubunu kendine çekti. Gerwig’in başını çektiği yapım ekibinde Amy Pascal, Denise Di Novi ve Robin Swicord, oyuncu kadrosunda da Saoirse Ronan, Emma Watson, Eliza Scanlen, Florence Pugh, Laura Dern ve Meryl Streep yer alıyordu.
Filmin çok kuşaklı oyuncu kadrosu için, bu “Little Women/Küçük Kadınlar” uyarlamasının cazibesikitaba ilişkin kişisel deneyimlerinin ötesine geçiyordu. Onu özel kılan şey Gerwig’in sevgi dolu yaklaşımıydı.
Jo rolünü üstlenen Ronan, “Bence hikaye şimdi her zamankinden daha güncel olduğu hissini veriyor çünkü genç kadınların kendi yollarından gidecek özgüveni bulmalarını işliyor. Ama bu aynı zamanda hayatta nerede olduğunuza bağlı olarak değişebilecek bir hikaye. Birkaç yıllığına Amy olabilir, sonra birden Jo, sonra Meg, sonra Marmee olabilirsiniz ve sonra tekrar Beth’e dönebilirsiniz. Kendinizi her birinin içinde bulabilirsiniz” diyor.
Marmee rolündeki Dem ise şunları aktarıyor: “Bu, kimlik hakkında bir hikaye ve bundan daha moderni olamaz. Bugün hâlâ, ‘Ben kimim ve, başkaları ne düşünürse düşünsün, hayatım boyunca bu kimliğime sadık olacak mıyım?’ sorularını nasıl soracağımız konusunda bocalıyoruz —Oysa Louisa May Alcott 150 yıl önce bu konuda bir roman yazmış. Alcott’ın yaptığı şeyin güzel yanlarından biri güçlü olmayı bağımsızlık olarak, sanat olarak, hırs olarak kabul ettirdiği gibi, evlilik ve ebeveynlik olarak da yansıtması. Greta da izleyicileri tüm bunlarla iç içe olmaya davet ediyor”.
Beth rolündeki Eliza Scanlen hikayenin süregelen güncelliği için farklı bir bakış açısı sunuyor: “Bu roman çocukuğunuzda deneyimlediğiniz duyguların hayatın ilerleyen dönemlerinde yaşadıklarınız kadar önemli olduğunu doğruluyor ki romanlarda bunu pek sık görmezsiniz”.
Aslında, Gerwig filme metinden olabildiğince çok şey kullanarak hem sadık bir yeniden anlatım hem de postmodern bir eser olarak yaklaştı. Gerwig hikayeyi iki ayrı zaman çizgisi üzerinden anlatıyor: Biri karakterlerin yetişkin olarak hayatları, biri de çocukluk hikayeleriyle paralel giden zaman çizgisi. “Filmi karakterlerin yetişkin oldukları dönemde başlayacak şekilde yapılandırdım. Çocukluk hikayelerine girmek için de hepimizin yaptığı gibi anılar ve özlemler üzerinden hareket ederek bunları kim olduğunuzu ve nereye gittiğinize anlatmada anahtar olarak kullandım” diyen Gerwig, şöyle devam ediyor: “Her zaman daha genç hallerimizin yanından yürürüz. Bir ikilik olmasını istedim –olan o muydu, yoksa öyle mi hatırlıyorsun? Olan o muydu, sen mi öyle yazdın?”
Belki de filme dahil olan kadınları en keyiflendiren şey, bu “Little Women/Küçük Kadınlar” uyarlamasının utanmaz bir şekilde delikanlıları ve erkekleri de —bazen baştan çıkarıcı olarak, bazen kız kardeşleri zayıflatarak— resme kesinlikle dahil etmesiydi ama asla dünyanın merkezinde değil. “Alcott’ın yaptığı şeyin en harika yanlarından biri bu kızların kurgudaki amacının kendilerinin ve birbirlerininki haricinde kimsenin hikayesine hizmet etmiyor oluşu; işte bu fikir Greta’nın senaryosunda çok güçlü bir şekilde yer alıyor” diyor yapımcı Amy Pascal.
“Bu film için zamanlama mükemmel çünkü kadınlar seçimler hakkında, nasıl olunması gerektiği hakkında, para hakkında, gücün ne olduğu hakkında ve erkeklerle nasıl anlaştığımız konusunda artık her zamankinden çok konuşuyorlar” diyen Pascal, şöyle devam ediyor: “Greta tüm bunları filme katarken Alcott’a sadık kaldı. ‘Başka hiçbir filme benzemeyen bir film yapmak istiyorum. Kitaptan bir film yapmak istiyorum. Kitaba geri dönerseniz, onun sandığınızdan daha aykırı, daha komik ve daha karanlık olduğunu göreceksiniz. Ve ben gerçek hissi veren bir film yapmak istiyordum’ dedi”.
MARCH AİLESİ & DÜNYA: GÖRÜNTÜ & TASARIM
Gerwig başlangıçtan itibaren izleyicileri doğrudan March kardeşlerin içinde yaşanmış dünyasına ve bu dünyanın bütün o kaotik güzelliğine götürmek istedi. Ailenin özel ev hayatının kinetik enerjiyle dolup taşması yönetmen için önemliydi. Aynı şekilde, Jo ile Amy, New York ve Paris’e gittiklerinde, Gerwig izleyicileri de radikal düşünürler, modern sanat hareketleri, fotoğrafçılığın doğuşu, savaş ilanları, değişen modalar ve toplumsal fikirlerle dopdolu bir döneme taşımayı arzu etti.
Gerwig film için dönemin tablolarına dayanan —Avrupalı Empresyonistlerden Amerikalı usta Winslow Homer’a— bir görüntü hayal etti ama bu tablolar günlük hayatın yalın, katmanlı ve öngörülemez duygularını açığa çıkarmalıydı.
Yönetmen istediği izlenimi yaratabilmek için bir kamera arkası ekibi oluşturdu. “Greta etrafını müthiş departman sorumlularıyla doldurdu; örneğin, Luca Guadagnino’yla çok güzel işler çıkarmış olan görüntü yönetmenimiz Yorick Le Saux, yapım tasarımcımız Jess Gonchor ve kostüm tasarımcımız Jacqueline Durran gibi” diyen Pascal, şöyle devam ediyor: “Kendisini yükseğe taşıyacak ama aynı zamanda ona meydan okuyacak kişilerle çalıştı ve sonra o da onları yükseğe taşıyıp, onlara meydan okudu”.
Güçlü vizyonunu görselliğe aktarması için Le Saux’yla çalışmanın kendisi için büyük bir zevk olduğunu belirten Gerwig, “Görüntülerde kinetik bir his istediğimi, filmin hem hareketli ve canlı, hem de güzel görünmesini arzu ettiğimi biliyordum. Görüntüler gençlik enerjisini yansıtmalıydı ve kamera çok hareketli olmalıydı. Kız kardeşlere gerçek zamanlı olarak tepki verdiğimiz hissini yaratmak istedim. Ve Yorick’in önceki çalışmalarından ötürü biliyordum ki onda bu enerji vardı; ayrıca, kamerayı da kendisi kullandı ki bu da çekimleri çok kişisel kıld” diyor.
İki sinemacı selüloit çekim yapmaları gerektiği konusunda anlaştılar. “1861’in o fotokimyasal süreciyle bağlantı kurmak istedim” diyen Gerwig, şöyle devam ediyor: “Yorick filmi şefkatle ışıklandırdı ve tam istediğim gibi bir heyecanla çekti. Adeta bir tablo yaratıyormuşuz hissi yaşadım ama bu öyle çok kıymetliymiş gibi davrandığımız türde bir tablo değil, karakterlerin yırtıp içinden çıkmasına izin verdiğimiz türde bir tablo”.
Coen Kardeşler için “No Country For Old Men”, “True Grit”(bu filmle Oscar® adayı oldu), “Inside Llewyn Davis” ve “The Ballad of Buster Scruggs” gibi filmlerdeki son derece ayrıntılı çalışmalarıyla tanınan Gonchor, karakterlerin modernliğinin kendisine rehberlik etmesine izin verdiğini şu sözlerle açıklıyor: “Greta’nın yaklaşımı, güncel, doğru zamanlı ve özdeşleşilebilir geldi. Bu karakterleri alıp 2019’da bir ortama taşıyabilirmişsiniz ve yine aynı ölçüde ilginç olurlarmış gibi hissettim; oysa 1860’lardan kalma bir evde yaşıyor olmalıydılar”.
March ailesinin evi Gonchor’un tasarımının temel taşıydı. “March evinin ardında yatan fikir, dışarıdan çok yıpranmış göründüğü ama içine girdiğinizde kadife bir mücevher kutusunu açmış gibi olacağınızdı” diyor Gonchor ve ekliyor: “İçerideki ortam renkli ve sıcak; gerçekten iyi hissetmenizi sağlıyor. Sinema salonundan ayrılırken herkesin o evde yaşamak istiyor olmasını hedefledik”.
Lousa May Alcott, March ailesinin yaşadığı kasabanın ismini hiç vermiyor ama pek çok öğe buranın uzaktan da olsa kendi kasabası Concord-Massachusetts olduğuna işaret ediyor. Geçmiş ile geleceğin iç içe geçtiği; bir zamanlar Bağımsızlık Savaşı’nın yapıldığı meydanlara ve Thoreau’nun Walden Göleti’ne ev sahipliği yapan bu yerin tamamından yararlanan Gonchor bu sayede filme evin ötesinde bir dinamik hayat verdi.
Tasarımcı bu konuda şunları söylüyor: “Greta da ben de nadiren gördüğünüz bir ölçek hissi istedik. Pek çok soru sorduk: Coğrafya nasıldı; March ailesinin komşuları ne kadar yakındı? Tren istasyonu neredeydi? Bunlar bizim için önemliydi. Daha ilk başlarda, temelimizi oluşturması için kasabanın tam bir haritasını çıkarttım”.
Nihayetinde, Gonchor’un ekibi March ve Laurence ailelerinin evlerinin dışını Concord’da aynı mülk üzerinde yan yana inşa etti. (Mülkte Jo ile Laurie’nin buz pateni yapmaya gittiği ve kıskanç Amy’nin de buzlu suya düştüğü beklenen sahne için bir gölet de mevcuttu). “Sanırım bu iki ev arasındaki coğrafi konumlandırmayı ve ailelerin nasıl dost olduklarını beyaz perdede ilk kez gerçekten görüyorsunuz” diyor Gonchor.
March aile evini elle inşa etmek Gonchor’ın ekibinin 12 haftasını aldı. Sürekli bir referans olarak yakındaki Orchard Evi’ni kullandılar —Louisa May Alcott’ın korunmuş olan bu tarihi evi artık popüler bir müze. Gonchor bu konuda şunları söylüyor: “March evimizin dış cephesinde, boyasında ve sadeliğinde orijinal Alcott evini görebiliyordunuz. Evin topraktan çıkan bir mantar gibi görünmesini, adeta kamufle olup göze batmayan bir yapı olmasını istedim. Toprağın seviyesini yükseltip duvarları çıkaracak dev makineler getirme imkanımız olmadığı için, yapının eski usül inşa edilmesi gerekiyordu, geçmişte inşa ettikleri gibi. Neyse ki, çekimler başlamadan önce üç hafta boyunca evin yağmur ve rüzgara maruz kalıp ortama uygun bir görünüm alması mümkün oldu. Hatta zeminler bile biraz kullanılmış duruyordu ki bu da evde yaşanıyor olduğu hissini pekiştirdi”.
Orchard Evi’nin yöneticisi Jan Turnquist, “Jess burada çok zaman geçirerek evin her yanını ölçtü ve her şey hakkında bilgi topladı” diyor ve ekliyor: “Filmin özgün şekilde başlama hedefinden çok etkilendim çünkü bence bu şekilde başlarsanız ona kendi damganızı vurup ortaya çok görkemli bir şey çıkarabilirsiniz”.
March ailesinin evinin iç mekanları —sıcak ve davetkar alt kat, kızların yatak odaları ve kızların hayalgüçleri için son derece verimli bir ortam olan tavan arası— Franklin-Massachusetts’te bir depoda hayata geçirildi. Bu arada, Laurence ailesinin evinin daha şık ve tedirgin edici ölçüde sessiz ve çok geniş iç mekanları için Lancaster- Massachusetts’te büyük bir malikane kullanıldı. Gonchor, “İçinde sadece iki bakıcının yaşadığı 50 odalı, devasa bir ev bulduk ki burası bizim için doğru hissi yaratan bir yerdi. Ben de zaten Bay Laurence ve Laurie’yi bu geniş ve yalnız mekanın boşluğu içinde hayal etmiştim”.
Her ne kadar Orchard Evi içinde çekim yapmak için çok küçük olsa da, Gerwig konutun sınırları içinde çekim yaptı: Bu amacını gerçekleştirmek için Bronson Alcott’ın kurduğu ve o dönemde çığır açan Felsefe ve Edebiyat Okulu’nu (ülkedeki ilk yetişkinlere yönelik eğitim programlarından biri) Amy’nin çocukluk sınıfına dönüştürdü.
Gonchor, Concord kasaba merkezini yeniden yaratmak için, kasabanın yaklaşık yirmi beş kilometre uzağındaki Harvard kasabasının bazı alanlarını kullandı. Tasarımcı bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Orada zaten 1700’lerin sonundan kalma bir kilise ile büyük eski bir market vardı. Yanlarına dört ek bina daha inşa ettik. Sonra da Noel için 60 ton kar getirttik”.
Eski bir tekstil merkezi olan ve ünlü şair Robert Frost’un memleketi Lawrence-Massachusetts 1868’lerin New York şehrinin yerine geçti. “Bu çok büyük çaplı bir girişimdi. O yıllarda New York’ta en yüksek bina on bir katlıydı; dolayısıyla bu küçük sanayi şehrinde altı hafta boyunca inşaat yaparak 1860’ların New York’unu hayata geçirmek zorundaydık. Ama bunu başardığımızı görmek heyecan vericiydi” diyor Gonchor.
Jo’nun mürebbiye olarak çalışmaya geldiği New York’taki pansiyonun iç ve dış mekan çekimleri için, 1960 yılında yapılmış olduğu halde iyi korunmuş olan Boston Gibson Müze Evi kullanıldı. Diğer tarihi Boston mekanları şöyle sıralanabilir: Jo’nun Friedrich’i bir Twelfth Night performansını seyrederken izlediği Emerson Colonial Tiyatrosu; Jo’nun Friedrich’in ardından gittiği Alman Bira Salonu olarak kullanılan romantik tarzdaki Park Plaza Castle; ve Bay Dashwood’un matbaasının yerine geçen, Boston Common’daki 1896 Beaux Arts tarzı Steinert Binası.
Yapımcılar Amy’nin gezdiği 19. yüzyıl Paris’ini yeniden yaratmak için, Ipswich-Massachusetts’in kıyı şeridindeki Crane Mülkü’nü kullandılar. “Avrupa’ya gidemeyecektik. Bu yüzden bahçelerin zengin görünümlü olduğu gösterişli bir kale bulduk. Deniz kenarındaydı ve muazzam boyuttaydı” diyor Gonchor ve ekliyor: “Burasının renk paleti, havası, mimarisi ve boyutu Concord mekanlarından çok başkaydı”.
Teyze March ile Amy’nin Paris’teki fayton gezisi için çok büyük bir sürpriz yaşandı: Yapımcılar daha önce hiç çekim yapılmamış Arnold Botanik Bahçeleri’nde çekim yapma izni almayı başardılar. Tasarımını Frederick Law Olmsted’in yaptığı, günümüzde Harvard Üniversitesi’nin sahibi ve idarecisi olduğu Botanik Bahçeleri şehrin en büyük doğal hazinelerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Mekanlardan sorumlu amir Douglas Dresser, “1860’ların Paris’ini Boston’da bulmaya çalışmak zorlu bir görevdi. Arnold Botanik Bahçeleri’ni gördüğümüzde ise doğru yeri bulduğumuzu hemen anladık” diyor.
Fakat Arnold Botanik Bahçeleri’nin yönetimi ilk başta biraz tereddütlüydü. O zamana dek çekim talepleri her zaman geri çevrilmişti. Öte yandan, Alcott’ın mirası söz konusu olduğu için, bu kez talebe farklı bir gözle bakıldı.
Bahçeler müdürü William Friedman bu konuda şunları söylüyor: “İlk tepkim çekimlerin düzeni bozabileceği ve buranın işleyişinde bir günü nasıl değiştirebileceğiydi. Ama sonra Little Women romanını ve onun, parçası olduğumuz New England tarihindeki yerini düşündüm. İşte o anda, New England’ın böylesine içine işlemiş ve pek çok kişiyi etkilemiş bu hikayeyi kutlamanın yapılacak doğru şey olduğunu hissettim”.
Gerwig, Gonchor’ın ayrıntılara gösterdiği müthiş özene —o kadar ki mumla aydınlanan tüm odaların duvarlarında isler var— minnettar olduğunu belirtiyor ve, “Jess içinde yaşayabileceğiniz kadar gerçek hissi veren bir dünya yaratmak istediğimi anladı. Eşyaların üzerindeki toz ve kir tabakasının filme nefes üfleyeceğini anladı. Ayrıca, evin nasıl dönüşüm geçirmesi gerektiğini de anladı. Çocuklukta adeta bir ateşin getirdiği sıcaklık ve aydınlık varken, yetişkinlikte ortam biraz daha soğuk ve loş” diyerek sözlerini noktalıyor.