Kontrol illüzyonu

0
78

Son yıllarda popüler olan ve ülkemizde de sıkça kullanılmaya başlayan bazı terimler var: “Kriz yönetimi” ve “risk yönetimi” bunlardan ikisi… İşin aslına bakılırsa, özü itibariyle kriz ve risk “yönetilir” şeyler mi? Yoksa daha çok insanın kontrol illüzyonu na mı hizmet ediyor, orası tartışılır.

Öte yandan, hazırlıklı olmak, olası senaryolara göre düşünüp önceden çözümler geliştirmek ve soruna yol açabilecek adımları lades diye diye atmamak gayet mantıklı tabii. Aynı şekilde, risk alınması düşünülen konu hakkında bilgi sahibi olmak, bu alanda uzmanlaşmış kişilerle çalışmak ve riskleri bilerek ona göre hareket etmemek de akıllıca.

Tabii bu konularla ilgili bir de “risk toleransı” meselesi var ki bana en ilginç geleni o. Anladığım kadarıyla örneğin bir yatırım yaparken risk toleransınız ne kadar fazlaysa ona göre aldığınız risk de o kadar büyük oluyor. Ama kazanılabilecek gelir de o paralelde artıyor. Yani bunu göze alabiliyorsanız eğer en riskli yatırımlara kalkışıp çok kısa zamanda çok ciddi meblağlar edinme şansınız var. Aynı şekilde de kaybetme ihtimaliniz… Ama tabii önce paranız olacak ki o para daha çok para getirecek. Paranın geldiği yerde gelecek daha çok para olacak ki bir kısmını riske etmek o kadar da büyük bir sorun teşkil etmeyecek!

Yani bu finansal gözü karalık ölçeğindeki asıl konu söz konusu meblağın kişinin hayatındaki yeri ve önemi. Bu insanın başka parası, malı mülkü var mı? Varsa ne kadar? Çalışmadan yaşayabilir mi? Evetse ne kadar süreyle? Sıfırı tüketse yeniden başlayıp kendini heder etmeden hayatını yeniden kurabilir mi? Ya da kaldıramayacağı riskin altına girip evini barkını kaybetmesi bundan sonra parkta yatması demek mi?

Böylesi bir görecelilik, hele de empati eksikliğinde, yaşamlar arasına uçurumlarla dolu sınırlar çiziyor. Bazılarımızı hallaç pamuğu gibi atarken hayat, bazılarını pamuklara sararak yaşatıyor. Fark o kadar köklü ve derin ki “Gerçekten de aynı gezegende mi yaşıyoruz biz?” diye sorduruyor insana. Düşünsene biri uzaya gitmek için kendine mekik yaptırıyor… Öbürü her yere özel jeti ya da helikopteriyle yolculuk yapıyor. Diğeri İtalyan tasarımcıların elinden çıkma bir hız makinesiyle yolları yararak ilerliyor. Bir diğeri tıkış tıkış mavi halk otobüsünde ter kokusundan nefesini tutarak yolculuk ederken biri de kaldırımda oturmuş yol parası için el açıyor.

Bu kişilerin hayatını göz önüne alarak mesela on bin liranın her biri için ne anlama gelebileceğini düşünsek. Belki de biri için bir gecelik eğlence parası biri için altı ay boyunca kira, su, elektrik, yemek dahil yedi kişilik aile geçindirme masrafı demek… Bunların hangisinin risk toleransı fazladır dersiniz?

Midilli’nin ünlü türkücü ve amanecisi (aman aman diye söylenen içli Yunan türkücüsü) Solon Lekkas’ın insanın ruhuna hitap eden sesiyle maalesef o yeryüzünü terk ettikten sonra tanıştım. Şu sözüyle de: “Eğer paran çoksa Amane söylemezsin, onun için yoksul olman lazım. Eğer her şeyin varsa nasıl Amane söyleyebilirsin ki? Zenginler bir kere ölür, bizse her gün…”

Yoksulun güvendiği dalı az olduğundan haliyle risk toleransı da azdır. Sırtını kollayan olmadığından belki dayanma gücü de azdır. Ne acı ki yoksulluk, özünde parayla hiç ilgisi olmayan konularda bile beklenmedik arızalar çıkarır. Ama “bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” dedirten türküleri de Amaneleri de o söyletir, o yazdırır. İşin belki de ilahi adaletin el attığı tarafıysa şudur ki: Yokluğu yaşamış olmak ihtimal ki o ezgilerdeki zenginliği yüreğinde duymanın da ön şartıdır!

Konuk Yazarımızın Web Sitesi: İçimde Kalacağına

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz