Yaklaşık iki aydır, çocukluk hayalim olan bir kanaldayım. Ve gerçekten tarifsiz mutluyum. Kanalın kalitesi, çalışma ortamının verimliliği, iş arkadaşlarının seviyesi derken baktım ki ben burada gerçekten çok mutluyum.
Genel olarak insanlarla kolay anlaşabilen bir yapım vardır ama başta sevmemişsem, bir daha da kolay kolay sevmem. Hatta karşımdaki biraz da dişime göreyse uğraşırım, rahat bırakmam.
Şimdi diyeceksiniz ki girişi böyle neşeli, heyecanlı yaptı da sonra neden böyle bir zıtlaşma, intikam parfümü sıktı yazıya. Çünkü insanız ve pembe filtresi olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Yani hiçbir şey pür mutlu, huzurlu değil. Aynı şekilde hiçbir şey içinden çıkılamaz, karanlık ve kasvetli değil.
Kanalda çok sevdiğim muhabirler. Hatta açık ara sevdiklerim var. Mesela onları takip ediyorum; gideceği haberi kaçırmıyorum, sosyal medyada ne demiş bakıyorum, çalışma stili nasıl onu gözlemliyorum ve daha yaptığım birçok şey var ama onların duyulmasını da istemem. Tabi bu da muhabirin beni fark etmesini sağlıyor. Mesela habere çıkarken beni çağırıyor, kanaldaki verimli insanlarla beni tanıştırıyor, nasıl iyi bir gazeteci olunur diye tüyolar veriyor. Yani aramızda güzel bir çalışma oluyor.
Bir de ben yapı olarak pek yaşımın insanı olmadığım için kendimden büyük insanlarla daha iyi anlaşıyorum. Çevremdekilerin beni dinlediğini, dikkate aldığını görüyorum. Dolayısıyla bu da beni mutlu ediyor.
Ama geçtiğimiz hafta uzun uzun stalkladığım ama henüz tanışma şerefine nail olamadığım, kanalımızın nadide muhabirlerinden biriyle tanıştım. Muhtemelen diyorsunuz ki bu kadar anlattığın, övdüğün bu adamın adı ne. Adını söylemeyeceğim. Çünkü birine içimi dökmem lazım, daha sonra da bunların bana delil olarak dönmemesi için arkadaşın adını vermem lazım.
Peki bu adam neden beni bu kadar sinirlendirdi? Aslında ben de düşünüyorum. Çünkü böyle havalı tiplerin hak ettiklerini avuçlarına vermeyi çok severim. Ama bu adamın alaycı, soğuk ve iplerin kendi elinde olduğunun farkında hali, beni kendinden itiyor sanırım.
Geçen gün ilk kez bir habere çıktık. Gittiğimiz yol biraz uzundu, yani gidişte tanışmak için çok vaktimiz vardı. Ama bizim, kendi deyimiyle, “çok da sosyal olamayan” muhabirimiz yol boyu ağzını açmadı. Neyse çekimlerimizi bitirdik dönüyoruz. Bana favori muhabirim, haberin yolda yazılıp, kanalda da direkt sisteme atılması gerektiğini öğretmişti. Ben de yolda haberi yazdım. Malum dikkatimi dağıtacak bir şey de yoktu, mesela kimse lafa tutmuyordu. Sonra kanala geldik. Ve muhabirimiz lütfedip ağzını açtı. Hangi okuldan olduğumu sordu. Ben de, mezun olduğumu söyledim. Sonra baktım bana alaycı sorular soracak, çünkü öyle ukala bir yapısı var kendilerinin, konuyu hemen işe çektim. Dedim ki, şimdi haberi yapacağız, değil mi? Saygı değer muhabirimiz kendine çokça yakışan bir cevap verdi. “Yapacağız? Biz?”
Evet, dedim ben de, yanlış bir şey mi söyledim? “Hayır, haberi ben yapacağım, sen istersen beni izleyebilirsin.” Daha neler ya. Bu nasıl bir egonun bedene bürünmüş bir hali böyle? Neyse ben de moralini bozmayayım diye demedim, ben haberi çoktan yazdım, diye.
Kanala geldik, favori muhabirime okuttum haberi, üzerinde birkaç değişiklik yaptık ama haber kısa sürede tamamlandı. Sonra çok derin bilgileri olan ve bunları kimseyle paylaşmaya lüzum görmeyen sevgili muhabirimiz de benden 1,5 saat sonra haberi sisteme geçirmişti.
Evet, tanışmamız böyle ama bu kadar mı? Hayır. Sonra ortak bir habere daha gittik. Baktım beyefendi yine formunda. Bu sefer sataşmanın dozunu biraz daha arttırıyor. Bu sefer alttan alacağım bir gün değildi sanırım. Ben de bir şeyler söyledim ama kesinlikle saygı çerçevesinin dışına çıkmadan.
Sonra sanıyorum dünyanın en bilgili muhabiri bu cevabıma bozulmuş olacak ki beni iki haberdir yanında istemiyor.
Peki bunlar beni yıldırır mı?